Günlükten...


16/11/2008 - 16.11.2008 PAranoyak
Sevgili badik nereden nereyyee, nerdeeeeenn nereyeee... Bak işte nerdeeeen nereyeee.. bak yine yakalandım dışardaydım yine içeri girdim o kadar süre dışarda kaldım çenemeden ve yanaklarımdan bir sürü saç çıktı nası? hepsini koparmaya çalıştım ama çok canım acıdı bende onları geçen gün açık bir araba camının içine soktu şöföre dedim ki " penceri kapat sonra sür abi" adam bana ne dese beğenirsin? seni bilmem ama ben "lokum" dese beğenirim ama lokum demedi ne dedi biliyo musun "defol git lan deli" bana "lan" dedi inanabiliyo musun sevgili günlük bana lan dedi... "Lan" ne demek bilmiyodum ama çok kızdım ordan hemen kaçtım sonra yolda birine sordum "Lan" ne demek dedim "ağ bağlantısı" gibi birşey dedi ama benim örümcekle ne alakam vardı hiç bir şey anlamadım sonra bir polis beni kovalamay başladı onu daha iyi görmek için geri geri koşayım dedim ama birisine çarpıp düştüm çünkü arkamı göremedim ama eğer dönüp öbür tarafa doğru koşsaydım yine arkamı göremeyecektim bilmiyorum bir dahakine yan yan koşmayı denicem nası? sonra o polis beni yakaladı "ne zamandan beri seni arıyoruz deli" ben de "benim telefonum yok ki yalan söyleme" dedim ona ne kadaqr yalancı oldu bu insanlar sevgili günlük bana göz göre göre yalan söylüyo aramış mış... Artık devletin memurlarınada güven kalmadı sevgili günlük, zaten doktorların beni öldürmeye çalıştığını biliyorum bir de polisleri alet etmişler şimdi sıradaki kim? he? kim söyleyin bana? itfayeciler mi? offf sevgili günlük çok kızgınım çooookk... Sanki kuyruğuna sinek konan salladığı halde kuyruğundan sineği uzaklaştıramayan bir inek gibi hissediyorum kendimi zaten odamıda değiştirmişler buradaki adamlar, beni Kendini Tayyip Erdeoğan sanan bir adamın yanına koymuşlar bana sürekli "Velev ki, velev ki" deyip duruyor nası? ama ben yine kaçıcam sevgili günlük senide alcam yanıma tabiki hemen sayfanı kırıştırma sen benim tek dostumsun, dostum demişken burada napolyon diye bir arkadaşım vardı ya onu çıkarmışlar dışarı ailesi almış ama benim ne bir ailem var ne de iki ailem... Aslında bence var çünkü... Bilmiyorum ne dicektim unuttum heh şimdi aklıma geldi bence var ama söylemiyolar çünkü benim üzerimden para kazanıyorlar ben ne kadar kalırsam burda o kadar günlük ücret alıyolar yaaa tabiii... bakma bana öyle şaşkın çizgilerle gerçekten öyle diilse beni neden yine bu hastaneye getirsinler... Eminim şimdi bir yerden beni izliyorlardır bu napıyo diye... Size ne lan napıyosam yapıyorum size ne? parasıyla diil mi? nası? neyse sevgili günlük ben çok açım bugün bişey çorbası varmış bir de bişey varmış onları yicem neyse ney... şimdi sende açsındır? kapatiim mi seni nası? şaka yaptım sevgili günlük seni seviyorum ben yaa, tabi ekmeği elektrik prizine banar gibi seviyorum seni hani öyle bir şarkı var ya bize dinletmişlerdi burda hatırlıyor musun? neyse sanada birşeyler getircem ben şimdi gidiyorum kendine iyi bak dicem ama bakamazsın ki karanlık burası ... Bir ses duydum... dur.


Yıllar ikimizden de çok şeyler götürmüş


Sen yuva kurarken beni paramparça bölmüş :(

 Evet paramparça her bir zerremi başka şehirlere savurarak böldü hemde başımda bir ağrı var dünden beri son günlerde hep Teoman'ın bu şarkısını dinliyorum. Ulan içeyim istiyorum okuyucu anlıyor musun? İçeyim ve herşeyi unutayım diyorum ne kadarını unutabiliyoruz ki yaşadıklarımızın günler sayfa sayfa eksiliyor ve sen çaresizce bakıyorsun işte okuyucu böyle abartısız yazıyorum ölmek istiyorum.

 Yaşadım bir çok güzel şeyi yaşamadıörmeye dayam yaşamadım dersem yalan olur okuyucu ama işte üniverste yıllarını çok özlüyorum hemde çok evlenince ne olacak bilmiyorum benim halim o zaman daha monoton bir hayat yaşamaya başlayacağım işte ben buna katlanamam sonra yaşlanmadan ölmeyi çok istiyorum kendimi öyle görmeye dayanamam çünkü hayır dayanamam. Her yaşın ayrı bir güzelliği varmış bok ayrı bir güzelliği var yaşlılığın neyi güzel henüz 25 yaşındayım ama yine de ben ölmek için 30 yaşının ideal olduğunu düşünen biriyim. Çünkü böyleye yaşamak sadece acı verir sadece acı.

Hadi kalk gel



 GEL NE OLUR

Sensizliğe isyanı, başlatan gözlerimden
Dökülen yaşlarımı, silmek için gel n’olur.
Sabır taşı olsaydı, inan çoktan çatlardı
Hasretinden ne çektim, bilmek için gel n’olur…

Sonsuz mu bu geceler, neden geçmez bilemem
Çektiğim ızdırabı, düşmanıma dilemem.
İmkanı yok bir tanem, artık sensiz gülemem
Yüreğimde acıyı, bölmek için gel n’olur…

Geçti koca bir ömür, işte son nefesteyim
Duyarsa gelir diye, hâla o hevesteyim.
Biten ömre yanmamda, senden en son isteğim
Hiç olmazsa namaz'ım, kılmak için gel n’olur…


ERKEKLER HEP YALNIZ AĞLAR

Günlerdir sınırında yaşıyoruz aşkın
Günlerdir uçurumunda
Bu kaçıncı atışım kendimi
Kollarından yalnızlığa
Bu kaçıncı dargınlık
Bu kaçıncı barışma
Belli ki
Sensizliğe sürgün artık bu gözler
Sensizliğe sürgün bu dudaklar bu eller
Şimdi yorgun bir çınar gibi kalbim

Artık sana değil
Sensizliğe yaslanacağım
Hoşçakal güz çiçeğim hoşçakal
Seni artık
Göz yaşlarınla ıslanmış
Yastıklara bırakacağım

Oysa yıllarca
Yemyeşil bir orman köyünde sakladım gözlerini
Dağ başlarında çoban ateşleri yaktım üşümeyesin diye
Ellerine kör gecelerin karanlığında sarıldım
Ve haykırdım
En dipsiz kuyulara adını
Ezberlettim seni kurtlara-kuşlara
Sense beni sokaklara vurdun
Ve en zehir şarkılara


Bilirsin
Rüzğara bıçak
Yağmura ateş
Buluta kurşun işlemez
Sende öylesine vurdun ki beni
Artık bana
Hiçbir acı kar etmez
Neylersin
önce melekler terk etti bizi
Sonra masmavi düşler
öpüşler- gülüşler-çiçekler
Büyüsü kalmadı artık kavuşmaların
Bundan böyle
Bizi her köşede
Bambaşka bir cehennem bekler

Sen de bundan böyle
içi boş şarkılarla avut kendini
En ucuz aşklarla yıka kirli ruhunu
Açılırsın
Taşlar yosuna sarılır bilirsin
Sarmaşıklar duvarlara
Geceler karanlığa
Sende yalnızlığa sarılırsın
Ve kadınsın

Ağlayabilirsin gönlünce
Göz yaşların pınarlar misali çağlar
Unutma ki erkeğim ben
Ve erkekler hep yalnız ağlar.

A.S.ilkan

Deliyle konuştum





 Evet bir deliydi benim gibi, bugün belki sesini duyamadım ama onula yazıştım netten, adını sordum ve adımı söyledim.Bana sadece kendin ol dedi işte dizlerimin dermanı kalmadığı anda benim karanlık dünyama bir mum yakıp sonra da kayboldu belki yeniden konusuruz bilmiyorum.İlk defa onun gibi bir deliyle konusmuyordum aslında ; fakat uzun zamandır x'in gidişiyle dünyaya küsmüş gibiydim.Hiç bir şeyden zevk almaz mı insan okuyucu? Almıyordum evet hiç bir şeyden zevk almıyordum.Her şey o kadar bayağı geliyor ki eskiden öğrencilerime, yani sınıfa uçarak giden ben şimdi ayakları geri geri yürüyen bir adama dönmüşüm, meslekten
daha ilk yılımda bunalmış haldeyim anlayacağınız, sınıfın içinde bunalıyorum, öğretmenler odasında bunalıyorum, kantinde bunalıyorum, gerçi kantinde çay içmek hoşuma gidiyor ama yine de bu-na-lı-yo-rum.Gözler sahte bakıyor gözlerime, öğretmenler odasındaki toki ve araba muhabbetlerinden iğreniyorum midem bulanıyor, kendimi hemen dışarı atıyorum insanlar sadece ev ve araba için yaşar mı okuyucu yaşar mı lütfen söyleyiniz?.Evet maalesef hayatta başka hiç bir idealleri olmayan inasan sayısı çok fazla bunlardan benim çalıştığım okulda da olduğunu söyleme zorundayım, en büyük hayalleri tokiden ev almak ve son model bir araba.Böyle bir yerde insan nasıl hayal kurar? Gerçi öğretmen olmak güzel ama bayağılaşmış hayatlar arasında kendimi unutulmuş hissediyorum bu yüzden yakında bu okuldan tayin isteyeceğim yaşama hevesi olan insanların olduğu başka bir okul bulamazsam bırakacağım en sevdiğim mesleğimi ve arkasından başka bir ülkeye gideceğim özgürlüğün bol olduğu hayallerin gülünerek dinlenmediği bir ülkeye, çok büyük de hayalim yok aslında, sadece nefes almak istiyorum birazcık nefes ve yazmak istiyorum kitaplarımı elime alıp onlarla uyumak istiyorum


Kendime yolculuk yapmak istiyorum koşa koşa kendime gitmek... Belki Behlül gibi olacağım Harun Reşitler Olacak beni anlamayan ama ben kendimden özge, özüme gideceğim bütün seslere ve engellere rağmen yolculuğum devam edecek etmeli de...

Bir de iki çift laf edeceğim bu ülkedeki insanların beyinlerini öldürmek iseyen canilere... Bütün sesimle bağıracağım onlara, gerekirse küfürler savuracağım, susmayacağım okuyucu, sus-ma-ya-ca-ğım ve bütün gücümle yazacağım, heryere internete, gazetelere, sitelere, duvarlara yazacağım ilk yazımda şu olacak ''Nefes almama izin verin lütfen''...

Berber misiniz kasap mı?


Zaruri ihtiyaçlardan sayılmayan, ama öyle olan ihtiyaçlar var ya, hah işte ben onların ta... misal yemek, içmek, giyinmek, barınmak bunlar zaruri ihtiyaçlar. ama gel gör traş olmak, tırnak kesmek, saçlara jöle vurmak, kız geçerken dik durmaya çalışmak filan, bunlar da zaruri ihtiyaçlar esasında. bunlar lanet şeyler, yakılası yıkılası şeyler. özellikle de traş olmak. kadın veyahut erkek, her iki cinste ömürlerinin büyük bir kısmını o salonlarda geçiriyor.ve işin garip olan kısmı şu; ben daha berbere, kuaföre gidipte memnun olan görmedim. vallahi billahi görmedim. erkek diyor "saçımı tavuk götüne çevirdi" kadın diyor "kahküllerimi az al dedim subay traşı yaptı" saçlarım da çok iyi olmuş diyeni görmedim ben daha. peki siz berberler, ne yapıyorsunuz oğlum siz? neden bizim istediklerimizi yapmıyorsunuz. sizin az anlayışınızın... ben affedersin de. aklı baliğ olduğumdan beri yemin ediyorum korkar oldum berbere gitmeye, korkar oldum kısaltalım saçları demeye. bunun iki açıklaması olabilir. bir; berberlerin hepsinde tanrı kompleksi var. kendilerini tanrı sanıyorlar, yoktan birini var edemedikleri için, olanını kendi istekleri doğrultusunda tekrar yaratmaya çalışıyorlar. the sims oynarmış gibi, tanrıcılık oyunu bir nevi. iki; bu da yalnız ve güzel ülkemde meydana gelen her kötü olayın baş sorumlusu dış mihrakların olayı. insanlar güzel olmak için, ortamların lülesini emmek için berbere gidiyor. gidiyor ki güzelleşsin, saçı başı bakımlı olsun. biliyor kendisine neyin yakıştığını, istiyor ki ondan olsun, öyle olsun. sen diyorsun ki o berber rıfat amca, o berber ahmet abi. işte onlar hep amerika'nın ajanları. kendilerine gelen her müşteriyi berbat kesip biçiyorlar, sen sesini çıkartamıyorsun. inadına traş bittikten sonra parfümüydü kolonyasıydı boca ediyor, bitse de gitsek diyorsun. parayı verip hızlıca çıkıp olay mahallinden uzaklaştığında hemen saçlarını bozuyorsun. neden? çünkü insanların seni o iğrenç ötesi saç modeliyle görmesini istemiyorsun. peki buna sebep olan ne? işte o dış mihraklar insanlarımızın en naif, en hassas olduğu noktalardan biri, saçı olduğunu biliyor. ve ülkemize soktuğu bu berber/kuaför sandığımız ajanlar, insanların istediği gibi değil de, kendi çıkarları amaçları doğrultusunda traş ediyorlar. ki insanların özgüveni kalmasın, ki kendi saç baş dertlerine düşmüşken her söyleneli kayıtsız şartsız yerine getirebilsinler diye. amerika senin... be, ne pis memleketmişsin sen.

söyleyemedim(1)




Lisedeyken bir kız sevdim adı Zehra. Ben lise son sınıftaydım o yıl öss denen cellatla da tanışmama sebep oldu belki öss sınavının bana tek faydası Zehra'yı tanımamı sağlamış olmasıdır.
Hafta içi okula gidiyor, hafta sonu da dersaneye gidiyordum, aileme yük olmayayım diye bir de yurtta kalıyordum annemden uzak olmak, ona dokunamamak bana çok acı veriyordu işte böyle bir zamanda gerçek bir aşkı tattım.Gerçek aşk diyorum çünkü karşılıksız sevdim onu, hiç bir şey beklemeden; hatta sevgisini bile beklemedim ondan sadece sevdim sadece sevdim okuyucu.
Dersanenin ilk günüydü onu gördüğümde kalbim ilk kez bana yaşadığımı söyledi, nefes aldığımı o an gerçekten hissettim ve et yığını olmadığımın farkına vardım.
Zehra ne güzel isim dedim, Zehra ne güzel isim!
Böylece aşkla da tanışmış oldum, zaten kendisi bir daha çıkmadı içimden kanımda dolaştı durdu.
Devamı yarın okuyucu çünkü çok uykum geldi.
Uyuyunca belki rüyamda onu yeniden görürüm belki yeniden dünyaya lanet etmekten vazgeçerim...

Boşluk ve tutunmak






  Evet gecenin yarısında hala burdaysam sebebi bu kelimede gizli sanırım ''boşluk'' üstelik yarın sabah erkenden kalkıp okulgideceğim ve iğrenç bir şekilde yien tıraş olacağım hemde ayna karşısında aynadan nefret ettiğimi söylememiştim size dünyanın en yalancı eşyası benim için ayna insanı binbir kılığa sokuyor ve dalga geçiyor sanki insanın suratına gerçekleri toka gibi çarpıyor da çarpıyor.
Hayır fiziki olarak kendimi beğenmediğimden değil çocukluktan itibaren vücudumu her defasında farklı gösterdiği için kızıyorum aynaya hemde çok kızıyorum.

Böyle hayal etmemiştim aslında böyle bloglara yazı yazmak yerine kitaplara yazı yazmayı hayal etmiştim binlerce insanın beni okumasını bana mailler atıp her defasında cesur yazılarım için beni tebrik etmesini istemiştim.
İşte hayatım bir oda, bir tuvalet ve mutfak arasında geçen haytım.
Yine sahnede ben oyunun birinci perdesi yalnızlıktı ikinci perdede yine yalnızlığı oynamaya devam ediyorum.
Öğretmen olmak en büyük hayalimdi çünkü dünyanın en kutsal mesleğini yapacaktım evet oldum ama şimdi bırakmayı düşünüyorum.
Saedece öğretmenliği değil ülkemi, şehrimi her şeyi hatta kendimi bile terk etmeyi düşünüyorum.Sebep ne diye sorma okuyucu sebep çok açık ''boşluk'' dolduramadığım boşluklar...

Sen gidince bak neler oldu


Neden günlerdir yüzüme böyle yalandan gülümsemeleri serpiştiriyorum, neden insanların anlatıığını dinler gibi yapıp dinlemiyorum, neden hiçbir işi yapmak içimden gelmiyor ve neden mutfakta iki haftadır biriken bulaşıklara elimi bile sürmüyorum diye düşündüm ve Sen evet sen gittiğinden beri böyle oludu, böyle yalandan yaşıyorum her şeyi böyle yaşıyormuş gibi rol yapıyorum!

Oturdum bilgisayarın başına kaçtığın o ülkenin resimlerine baktım yaşamayı seçtiğin o şehri Haritalarda aradım bütün sokak isimlerine baktım bütün caddelerine...
Deli çocuk gittin oysa hiç inanmıyordum gideceğine, inanmak istemedim için belki ama sen çoktan gitmiştin şimdi inanıyorum, inanmak zorunda bıraktın beni.
Yok artık inkar etmiyorum yeter

Hatta belki seviyorum istiyorsan eğer
Sezen Aksu'nun Seni İstiyorum şarkısındaki nakaratı günlerce içimden tekrarladım durdum.
Gittin gideli bi haller oldu bana başka biri oldum sanki deliydim, zır deli oldum.
Ne yaparsın oralarda, ne yer ne içersin?
İnsan makina mühendisliği okurken nasıl üniv. ailesini, her şeyi bir anda bırakıp başka bir ülkeye gider gerçekten seni anlayamadım, üstelik kendime de seni anlatamadım.

Böyle geride kalan olmak bana çok koymuştur hep, küçükken de beni o yurda bırakıp gitmişlerdi.
Şimdilerde böyleyim sayın okuyucu böyle saçma sapan günlerin, haftaların arasında sıkıştım kaldım, biri sizin hayatınızdan giderse üstelik onu gerçeken sevmişseniz gerçekten paranoyak olma yolunda büyük adım atmışsınız demektir.
Son olarak bu Sezen Aksu şarkılarından bu gibi durumlarda uzak durmanızı nacizane tavsiye etsem de ben beceremedim bunu, dinledim de dinledim sonuç iki kat delilik, iki kişilik yalnızlık, iki kişilik nefes, iki kişilik uykusuzluk her şey dayanması çok zor bir işkence haline geliyor.
Tekbaşınıza iki kişilik yaşamak zorunda kalıyorsunuz hayatı ya da adi rollere bürünüp yalandan yaşıyorsunuz.

Şimdilerde Eve kapandım




Okullar tatil oldu böyle oldu işte eve kapandım dışarı daçıkmıyorum dün akşamdan beridir hiç çıkmadım daha dışarıya.
Domuz Gribi furyası henüz terketmedi ülkemizi bugünlerde dışarıya çıkmamak daha mantıklı sanırım.Aslında küçük bir ilçe yaşadığım yer dışarı çıkmak, dolaşmak, bunları severim fakat nereye gideceksin?En fazla cadde sonuna kadar yürüyecek sonra döneceksin.Sonra bütün öğrencilerimi göreceğim onlarda ''Hocam yazılıyı ne zaman yapacağız sorusunu soracaklar'' tam yazılı haftası okulu tatil ettiler çok kötü bir zamanlama.

Evde internette vakit geçirdim bütün gün.Sonra televizyonu açayım dedim işte pişmanlık duyacağım dakikalar ondan sonra başladı.Malum bugünlerde bir açılp bir kapanıyuz hem ülke olarak hemde birey olarak!
Televizyonda o saatlerde haber kanalları meclisten canlı yaındalardı.Ben biraz Baykal denen insanın ve Başbakan sıfatını babasının ona taktığı bir isimmiş gibi pervasızca kullanan Sayın Başın konuşmasını dinledim.
İlgimi çeken şeyse Chp nin meclisi terk etmesi oldu.
Sonra içimde garip bir acıma duygusu belirdi ülkemdeki insanlara...
Ne hallere düşmüştü güzelim insanımız güzelim milletimiz koskoca Türk Devleti tarihi sarsan Türkler gerçekten bunlar mıydı?
Bu insanlar mıydı bütün dünyayı korkutan?

Neyse fazla geçmişe gitmek istemiyorum sadece üzüldüm kendime de üzüldüm doğrusu.
Siyaseti pek sevmem bu yüzden burada bırakıyorum güncel meseleleri
Kendimeselelerime döneyim biraz da...
Sayın okuyucu öğretmen olmayı çok istiyordum oldum da fakat öğretmen olmak insanı sınırlandırıyormuş, bunun farkına atandıktan sonra vardım. Götümüzü yırttık kpssye çalıştık gece gündüz, dersanelere yine para kaptırdık hepsi öğretmen olmak içindi.Ben sınırlar içinde yaşamaktan nefret ederim.Eger öğretmen olamasaydım giderdim nereye mi?Uzaklara onun gittiği yere hemde hiç düşünmeden giderdim ama gidemiyorum bağladı bu garip ülke beni.

Canım sıkıldı şimdi böyle içimde birden özgürlüğü elinden alınmış insanların yaşadığı hisler gibi hisler başladı...

Şimdi uzaklardasın çok uzaklarda, belki dilini bilmediğin insanların arasında.

Gitme dedim gitttin!

Gitme dedim gitti okuyucu gitti.

Geride kalanlar ve çekip gidenler


Yağmur, öyle güzel yağıyordu ki bugün her şey güzel başlamıştı üstelik sonra akşamüstü gelen bir ölüm haberi kanımı dondordu!
Aslında yaşadığımdan çok yaşamadığım şeyleri yazmayı istiyorum ama gerçekten kaçmak çok zor.Evet ölüm bir gerçek ve hep vardı, ve de var olmaya devam edecek hayatın tam içinde, tam göbeğinde var olmaya devam edecek, doğarken annemizden bizi ayıran o göbek bağımız gün gelecek bizi toprağa bağlayacak ne acı, ne acı insan kendine ne kadar yenik

Sorular, yığınla sorular, cevabı olmayan sorular hep devam edecek hep olacak...

Telefonu açtım ve sordum ne oldu, bizim yapabileceğimiz bir şey var mı diye;
cevap çok acı ''Dağ gibi gardaşımı kaybettim'' ve büyük bir sessizlik sonra kapanan telefon işte yapacak bişi yok benimki de soru mu şimdi kim ne yapmışki ölüme kim çare bulabilmiş ki..
Hepten korkar oldum, ölümden değil delinin okuyucuları inanın yaşamaktan korkar oldum!

Geride kalan olmak, geride kalmak işte bundan korkar oldum.Giden gitti ya geride kalanlar o küçük masum yavrular, anneler, babalar, kardeşler ve sevdalı bir yürek....
İşte geride kalanlara oluyor her şey gidene değil kalanlara...

Böyle mi olacaktık biz hayat yolunda senle?

Deveye diken, insana ... yararmış!

Bütün hayatımız boyunca öğretilen dürüstlük furyası ve şükret haline diye telkin edilen ilahi sözler hala kulaklarımızda.Bütün bunlar aslında bizim kişiliğimizi de oluşturmamışmıdır.Okul sıralarında yanyana oturduğunuz ve piçlik yapan ya da fırlama olan arkadaşınızın lügatinde olmayan bu sözleri önce ona dikte etmeye çalışmışızdır ama nafile o bir piçtir.Bütün kızları parmağında oynatır en az BEŞ kızı aynı anda idare eden o herif kızlara gözünüzün önünde ''Amınıza koyayım'' hepinizin dediğinde kızların kaşar kaşar gülüşleri ve bundan hoşlanan tavırlarla bilmem nerelerinin suyunun akması ile devam eden süreçte bu arkadaş sizin elini tutmak için bir yıl peşinde koştuğunuz kızı bir dakikada tuvalette becermesi ve sonra sizin saf saf şiirler yazmanızla devam eden lise yılları.

Üstelik birde yurtta kalıyorsanız hemde katı kuralları olan bir yurtta, giriş çıkışlarınızın yazıldığı ve bir türlü birbirine benzetemediğiniz imzanızın olduğu o boktan defterler.

piçlik her zaman kar etmiştir sevgili deliler bu yüzden size bunu şiddetle tavsiye ediyorum.Fakat biliyorsunuz ki sonradan yahudi olunmadığı gibi sonradan piç de olunmuyor.

Ben bu yazıyı yazarken dostlar dışarda hafif bir yağmur başladı , bir yandan güneşin içinde adım atamayacağınız kadar karışık odamın camından ışığını süzerek kılcal damarlarıma dokundurması...

Pejmürde, kırık dökük hayatıma anlamsız bir tebessümle gülümsemesi.

Beynimi çalınmış hissediyorum.

Bu yüzden deliyim ben bu yüzden paranoyak sadece duygularım kaldı elimde her şeyimi çaldılar beynimle beraber.Sevgililerimi, dostlarımı, saçlarımı, yüzümü, yıllarımı, geçmişimi, yarınlarımı...

Bana yalan söylemediler çünkü bana gerçekleri söylediler tokat gibi üstelik tokat ki ne tokat.

Şimdi buradan beni okuyan ve kendini çalıntı arabalar gibi hisseden ve dört gözle ölümü bekleyen dostlara sesleniyorum.

Şimdi hep beraber haykırıyoruz.

Bizi üzenlerin ta amına koyuyoruz...!

“Benim Allah’ım” Ve Herkesin Ahmet Altan’ı


Saçı ağaran bir insanın saçlarını boyatması, yüzü kırışanların estetik ile gerdirmesi, insanın ayrılıklardan hüzünlenmesi, ölümün ardından damlayan göz yaşları…Aslında tüm bu davranışların anlamı bir varoluşsal kimlik sorgulaması değil mi? İnsanın yaratılışı bu sorgulamaya programlanmış adeta…
Ahmet Altan, varoluşsal kimlik sorgulamasına dair yazılarında aslında genel bir şuuraltını yansıtıyor. Ancak, bu sorgulamanın cevapsız olduğu, bugüne kadar cevap bulunamadığı yönündeki hüküm, varoluşun hakikatine dair kendi tasavvurunu yansıtıyor elbette.
Bir an için gözlerinizi yumun, sonra açın. Gözleriniz “sizi merkeze koyan” bir görüntü serer önünüze…Aynı şekilde, bir fotoğrafa baktığımızda, o fotoğrafı çekenin sınırsız görünüm olanakları arasından o görünümü verecek bir konumu seçtiğini fark ederiz. Fotoğraf makinesinin objektifi, o fotoğrafın merkezidir. (John Berger-Görme Biçimleri-Metis Yay.) Arazi planları, tek bir röpertaşına göre şekillenir. Bu taş ile oynarsanız, tüm arazi kayar. Bir mekanda sonsuz nokta vardır, sonsuz fotoğraf alabiliriz. Röpertaşı sonsuz noktaya konulabilir. Sonsuz arazi planı ortaya çıkar.

Kısaca, Algılarımız görecedir : ....e göre... İnsanların durdukları yer, elbette sadece mekanla sınırlı değildir. Nesneler dünyasını olduğu kadar, anlamlar dünyasını da kendi durduğumuz yerden seyrederiz. İnsanların tahsili, bilgi birikimi, mesleği, yaşı, cinsiyeti, sosyal statüsü, v.s. o insana has bir bağlam, bir duruş yeri belirler. Bu duruş yerleri değiştikçe “algılama”da, algılamanın getirdiği değer yargısı da, hükümler de değişir. Tahsilsiz birinin güneş tasavvuru ile, bir uzay bilimcisinin ki aynı değildir. Aradaki seviye çeşitliliği kadar, güneş tasavvuru da çeşitlenecektir.

İnsanların bu algı ve tasavvurlarına aynı ismi vermeleri, tasavvur ettikleri şeyi bağlamaz. Örneğin, güneş zatında ne ise odur. Ancak, Aynı güneşi, dünyanın değişik yerlerindeki insanlar, kimisi doğarken, kimisi batarken, kimisi tam tepede ve bu aralıklarda bulundukları yer(e) göre sonsuz açılardan göreceklerdir. Oysa güneş zatında tektir ve ne batmakta, ne de doğmaktadır. Bahsettiğimiz değişik görünümler güneşin nisbi hakikatleridir. Yani, kendi gerçekliğine değil, kişilerin pozisyonuna, o’na bakanların durumuna göre ortaya çıkan görünümler… Şu halde, biz bu sonsuz görünümlerden birisi ile güneşi mahkum edenlerin algısını, kendi durduğumuz yerdeki görünüm ile bağdaşmıyor diye inkar edemeyiz. Aksi halde, biz de güneşi kendi algımız ile mahkum etmiş oluyoruz. Örneğin benim durduğum yerde güneş batıyor, senin durduğun yerde ise doğuyor, tam zıddı bir durum. Hangisi doğru? Sana göre o, bana göre bu…Aslında ise mesele tüm görecelikleri aşıp, güneşin zatında tek olduğu hakikatini, hem doğmadığını, hem de batmadığını idrak noktasına gelmek… Eğer, görecelik olmasaydı, bu idrak noktasına gelemezdik. Çünkü, karanlığın dahil olması nispetinde ışık derecelenir. Böylece ışığın algılanabilirliği mümkün hale gelir. Işık, tek mertebede olsaydı, ışık diye bir varlık olduğunu da anlayamayacaktık. Nisbi hakikatlerin zuhur edebilmesi için, ‘tezat’ şarttır. Zıtların birbirine dahil olmasıyla oluşan melezleşmelerdir ki kainattaki bu sonsuz renkliliği idrak etmemizi sağlıyor. Bu idrak de, mutlak hakikatin varlığını idrake kapı açıyor.
İşte, mutlak hakikati idrak etmek yerine, bu nisbi hakikatlere takılıp kalır, bir şeyin gerçekliğini, bizim ona ilişkin algı ve tasavvurlarımızla sınırlandırmaktan kurtulamazsak, görece olan algılarımızı sadece kendi kendimizin aşamadığı yasalar haline getirmekle yetinmez, farklı görüşlere, farklı düşüncelere, farklı inançlara saygı duymak için bir neden göremez hale de geliriz. İşte düşünce ve inanç çatışmaları bundan kaynaklanıyor. Kendi tasavvurumuzu mutlaklaştırma, başkalarının algılarını inkara götürüyor bizi. Bir insanın (….e) sini anlamazsak, onun göre’sini de anlayamayız… Birbirimizin …e sini anlamadan birbirimizi de anlayamayız… Kendi algı ve tasavvurumuzu dogmalaştırırız. Değişime kapalı olur, bir ömür boyu değişimsiz/tek zaviyeden bakışa mahkum olmuş bir yaşam süreriz. Ben şahsen Ahmet Altan’ın, bu noktada kendisini değişime kapattığını tasavvur dahi edemiyorum

Biz “Allah” hakikatini, kendimizin, başkasının ya da Ahmet Altan’ın tabiri ile “dindarların” görece algıları ile mahkum edemeyiz. Hele hele, bu konudaki kendi tutumumuzu başkalarının tasavvuruna bina edemeyiz. Çünkü, zaten başkalarının “öfkeli, kızgın, gazaplı, cezalandıran, bizimkine benzemeyen Allah tasavvuru” Allah’ı tanımlayamaz. Ve “eğer böyleyse ben de inanmıyorum” diyemeyiz. Çünkü, Allah zatında bu tasavvurdan da, bütün tasavvurlardan da münezzehtir. Hakikat tek, hakikatin görece mertebeleri sonsuzdur. Bilginin değişkenliği, ömürlü olması da bu görecelikten kaynaklanıyor.
“Benim Allah’ım” başlıklı yazısında Ahmet Altan, “Ne garip beni Allah’ın olmadığına dindarlar inandırdı” yargısına varırken, aslında, sözünü ettiği dindarların görece tasavvurlarındaki yaratıcıyı kabul etmiyor. Ve zannediyor ki, bunu yapmakla, Allah’ın olmadığına inanmış oluyor. O da, böyle sananlar da çok yanılıyorlar. Zaten, yazısında “öyle bir Allah anlattılar ki, benim Allah’ıma hiç benzemiyordu” demekle kendi Allah’ının varlığını ve O’na inandığını açıkça kendisi de ortaya koymuş olmuyor mu?

Ahmet Altan’ın darbeciler ve oligarşik elitler karşısındaki duruşu toplumdaki mağdur kitleler için bir sığınak duygusu oluşturuyor. Bu kesimler O’nu hep arkasında hissediyor. Bu sebeple O belli bir fikrin, bir ideolojinin veya kesimin temsilcisi değil, adaletin, barışın, kardeşliğin, temel hak ve özgürlüklerin, dolayısıyla bunlara susamış tüm kesimlerin Ahmet Altan’ı. Eğer, O “özgürlük” hakikatini değil de, nisbi bir özgürlük algısını, örneğin ateistlerin, pozitivistlerin özgürlüğünü savunsaydı, herkesin Ahmet Altan’ı olabilir miydi? O halde “herkesin Allah’ını da” en iyi O anlayacaktır.

Tito' nun İtirafları


"Yoldaş, ben ölüyorum artık... Ölümün ne derece korkunç bir şey olduğunu size anlatamam. Anlatsam bile sıhhatli ve genç olan sizler bunu anlayamazsınız. Düşünün ölmek, yok olmak... Toprağa karışmak ve dönmemek üzere gidiş... İşte bu çıldırtıyor beni... Dostlarımızdan, sevdiklerimizden, unvan ve makamlardan ayrılmak... Dünyanın güzelliklerini bir daha görememek... Ne korkunç bir şey anlamıyor musunuz? Yoldaşlarım, sizlere açık bir kalple itirafta bulunmak istiyorum: Ben öldükten sonra, toprak olacaksam, diriliş, ceza veya mükafat yoksa, benim yaptığım mücadelenin değeri nedir? Söyleyin bana... Ha yoldaşlarımın kalbine gömülecekmişim veya unutulacakmışım veya alkışlanacakmışım neye yarar? Ben mahvolduktan sonra, beni alkışlayanların takdir sesleri, kabirde vücudumu parçalayan yılan ve çıyanları insafa getirir mi? Söyleyin bu gidiş nereye? Bunun izahını Marks, Engels, Lenin yapamıyor. İtiraf etmek zorundayım. Ben Allah'a, Peygambere ve Ahiret’e inanıyorum artık. Dinsizlik bir çare değil. Düşünün, şu kainatın bir Yaratıcısı şu muhteşem sistemin bir kanun koyucusu olmalıdır... Bence ölüm de son olmamalıdır, mazlumca gidenlerle, zalimce ölenlerin bir hesaplaşma yeri olmalıdır. Hakkını almadan, cezasını görmeden gidiyorlar. Böyle keşmekeş olamaz. Ben bunu vicdanen hissediyorum. Öyle ki, milyonlarca suçsuz insanlara yaptığımız eza ve zulümler, şu anda boğazıma düğümlenmiş bir vaziyette. Onların ahlarına kulak verecek bir merci olmalı... Yoksa insan teselliyi nereden bulacak? Bunların bir açıklaması olmalı. Marks bu mevzuda halt işlemiş. Uyuşturmuş beynimizi...Nedense ölüm kapıya dayanmadan bunu idrak edemiyoruz. Belki de göz kamaştırıcı makamlar buna engel oluyor. Ben bu inançtayım yoldaşlarım, sizler de ne derseniz deyin!" (Türkiye Komünist Talebe Teşkilatı Başkanı" sıfatıyla Yugoslavya Devlet Başkanı Mareşal Tito'nun şeref misafiri olarak Belgrad'a giden Salih Gökkaya’nın bir hatırası)

Felsefe Açılımı





  • çağımızın hastalığı nedir diye sorsak sokaktaki vatandaşa, kalp der, aids der, babama sorsan yüksek tansiyon amına koyayım der. ama çağımızın hastalığı stres arkadaşlar. bunu bilelim, dost meclisinde, ortamlarda bu bilgimizi insanlarla paylaşarak " aa ne kadar da bilgili çocuk" etiketini yapıştıralım üstümüze. ve uzun yıllar çalışan bilim adamları var bildiğiniz üzere, bunlar ota boka çalışıyorlar. bizim evin musluğu bozulmuş desem oturup yıllar boyu süren araştırma yapacaklar, öyle manyak adamlar bunlar. tabii bu hastalığa da çare buldular, doğal yollardan alternatif tıptan yararlandılar. onu bunu siktir ette stres bileziği buldular, buldukları yetmiyormuş gibi gazeteyle birlikte dağıttılar. gazetenin verdiği stres bilezikliğini takmış bir memleketin insanıyız biz. stres bileziği kesmedi, yogadır, nefestir, auradır, karmadır herkes bişeye sarıldı. hatta tarkan karma diye albüm bile çıkardı, yetmedi ecnebiler dizisini yaptı. ben de yıllar süren bir takım araştırmalar yaptım, istişareler yaptım, halvete girdim. ve akıl almaz bir sonuca ulaştım. önce tüm hindistan'ı olsun çin'i olsun bu tip memlekete küfürler ettim. yetmedi mistisizm dedim. karmanın beni getirdiği yer dünyanın kırılma noktasıymış meğer. şimdi sözlerime kulak verin insanlar, bunu okuduktan sonra hiç birşey eskisi gibi olmayacak. öncelikle bu tip ruhiyat temizleme işine para kaptıranlar, hemen kaçın o kurslardan, stres bileziği alanlarda gitsin hurdacıya satsın. çünkü karmanın özünü buldum özünü!


    İŞTE KARMA FELSEFESİNİN GERÇEK YÜZÜ!!!!!


    seversen sikilirsin, sikersen sevilirsin.
    işte karmanın iğrenç yüzü bu arkadaşlar. yıllarca yediler sizi karma diye, ying yang diye, iyi kötü diye. meğer hepsinin altında yatan ana fikir buymuş. karma dediğin bundan ibaretmiş meğer.